Sinan ÇULUK
Eski devirlerde geçerli olan savaş adetleri günümüzün bakış
açısıyla çok vahşidir. Bazen filmlerde görürüz, kral, düşmanının kafatasından
yaptırdığı kadeh ile içkisini içmektedir. Belki de kızılderililerin kafa derisi
yüzmeleri de bununla alakalıdır. Bu hissiyatı bugün algılayabilmek bile zor.
Bunun gibi o zamanlar savaş meydanlarında ölülerin kafa, dil ve kulak gibi bazı
uzuvları da kesilir, ordugaha getiren askerlere bundan dolayı mükafat
verilirdi. Ayrıca merkezi ordunun seferde olmadığı zamanlarda, isyancıların
peşine takılan küçük birliklerin mensupları da öldürdükleri isyancıların bu
gibi uzuvlarını merkeze gönderirlerdi. Osmanlının klasik çağlarında bu anlayış
diğer milletlerde de mevcuttu. Onlar da aynısını yaparlardı.
Taşrada idam edilen yüksek rütbeli görevliler veya
isyancıların kafaları, yolda bozulmalarının önüne geçmek için bal dolu kıl
torbalara konularak merkeze gönderilirdi.İstanbul’da Topkapı Sarayı’nın dışında
“ibret taşı” adı verilen taşlarda bu kesik kafa, kulak, dil gibi uzuvlar halkın
seyredip ibret alması için teşhir edilirdi. İdam edilen rical-i devletin de kesik
kafaları burada teşhir edilir, diğerlerinden farklı olarak idamına neyin sebep
olduğuna dair hususların yazıldığı “yafta” da kesik kafaların önüne konulurdu.
Bazı belgelerde ve kroniklerde yakalanan “dil”lerin
konuşturulmak üzere ordugaha veya merkeze gönderildiklerinden bahsedilir.
Gerçekten de konuşturulmak üzere yakalanan esirlere “dil” adı verilmektedir. Buradan yola çıkılarak belgelerde geçen bu kulakların
da ele geçirilen esirlerden bazılarının dinlenmek üzere gönderilmelerini
kastettiği iddia edilmektedir. Görüntüsünü verdiğimiz belgede ise bunun tam
aksine “galtide-i meydan-ı mezellet” de yani zillet meydanında yuvarlanmak üzere
500 kelle ve 1000 kulak gönderildiği söylenmektedir ki bu iddiayı boşa çıkarır.
Hatta bazı belgelerde de görülmüştür ki savaş meydanından toplanan “kafir şapkaları” bile İstanbul’a gönderilmektedir.
Aşağıdaki belgeyi İstanbul’daki
kapıkethüdasına gönderen Sakız Mutasarrıfı Vahid Paşa’dır. Sicill-i Osmani
yazarı Mehmed Süreyya Bey, Kilis Nusayrilerinden olduğunu kaydeder. Öyle olmalı
ki ilk görevi Zecriye Muhassıllığıdır. Alkollü içkilerden alınan vergileri
toplayan idare olan Zecriye Muhassıllığı idareci ve çalışanlarının yeni ihtida
etmiş olanlardan veya İslam dışı sayılan bazı mezheplerden seçilmelerine dikkat
edilirdi. Aslında kitaba, okumaya düşkün bir adam olmalı ki bugün bile
faaliyette olan Kütahya Vahid Paşa Kütüphanesi onun eseridir. İsminin
yazılışında da Vâhid yerine Vahîd imlasının tercihi, onun kökeni ile izah
edilebilir.
1821 Rum İsyanı o bölgeleri kasıp kavurmuş ve Osmanlı
Devleti’nin başına büyük dertler açmıştır. Bu sıralarda oradaki isyancılardan
ayrı kalmayan Sisam ve Sakız Rumları ada Türkleri üzerinde büyük bir katliam
gerçekleştirdiler. Bunun üzerine isyancıların cezalandırılması da gecikmedi. Sürekli
olarak Rumlara yönelik Sakız Adası katliamını dillendirenlerin, orada bir
gecede katledilen 30 000 Türk’den hiç bahsetmemesi aşağılık bir durumdur. İşte bu
belgede zikredilen kafa ve kulaklar o zamanların isyancılarına aittir.
Belge Metni;
Sakız Muhafızı Vahîd Paşa kullarının kapıkethüdasına
muharrer şukkasıdır.
İnayetlü, atufetlü, mürüvvet-şiyem karındaşım, sultanım
hazretleri
İşbu şehr-i Şabanü’l-Muazzam’ın on dördüncü günü bi’l-ittifak
eşkıya taharrisine gidüp on sekizinci günü avdet eden asakir-i İslam’ın
tarafımıza getürdükleri beşyüz ve kusur kelle ile bin kadar kulak tatarlarımıza
teslimen Dersaadet’e irsal olunmağla lede’l-vusul galtîde-i meydan-ı mezellet
olmak üzere Bab-ı Ali’ye ifadeye himmet buyurmaları menut-ı re’y u rü’yetleridir.
Fi 19 Ş[aban] sene 1237
[11 Mayıs 1822]