Günümüzün Boğaziçi Üniversitesi, 1863 yılında Amerikalı Cyrus Hamlin ve Christopher R. Robert tarafından Sadrazam Ahmed Vefik Paşa'nın sattığı arazi üzerinde temeli atılıp, 1871 yılında tamamlanan, Robert Koleji'nden dönüşmüştür.
Burada atılan temel Türkiye'nin modernleşme tarihine atılan en önemli temellerdendir. Osmanlının başkentinde o zamana kadar yüzyıllardır çok sayıda ecnebi okulu faaliyetteydi. Bunlar sessiz sedasız eğitimlerini yürütürdü ama Robert Koleji'nin arazi seçiminden, inşaatına kadar ihtilaf ve çekişme eksik olmadı. Açıldıktan sonra da toplumsal vicdanda faaliyetlerine yönelik muhalif duygular ağır basmaktaydı. Bu duyguları daha temel atılırken orada bulunmuş Ahmed Safi Bey,henüz basılmayan Sefinetü's-Safi adlı eserinde çok canlı tasvirlerle dile getirmiştir. 1851 doğumlu olduğuna göre belki de ilk binanın değil, ikinci binanın temel atma törenini anlatıyor olabilir. Burası kesinlikle anlaşılmasa da bir temel atma törenini gördüğü kesindir. Kitabın 18 cilt, 3350 sayfadan ibaret yazma aslı İÜ. Tıp Tarihi Enstitüsü kitaplığından bir şekilde kaybolmuş, elimizde maalesef çok silik fotokopileri kalmıştır. Ne kadar silik olsa da Ahmed Safi Bey'in gördüklerini birinci elden aktardığı satırları yeni yazıya çevirerek, yorumsuz olarak paylaşıyorum.
«Fatih Sultan Mehmed Han-ı Sani İstanbul’u fetihden evvel
Boğaziçi’nde Boğazkesen denilen mahalde bugün bakiyyetü asar-ı garaib [?] dide-i
teessüf ile görülmekte olan hisarı inşa etmiştir. Oraya şimdi Rumili Hisarı
denildiği malumdur. Hisar ile Bebek karyesi arasında bir İslam kabristanı
vardır ki Kayalar namıyla maruftur. Bu kabristanın üst ve dağ tarafı meşhur
Ahmed Vefik Paşa’ya geçmiş idi. Paşa buralarını Amerikalılara sattı. Onlar da
oraya bir mektep yaptılar. Sultan Aziz saraya bakıyor diye mektebi yıktırmağa
çok uğraştı ise de bir şey yapamadı. Hükûmet-i Mutlaka’da infaz-ı evamir
edemeyen hükümdar…..
İslam mektebi olsa idi yıktırılırdı…Ecnebi….Hasılı bu mektep
yapılacağı zaman tertip ettikleri vaz-ı esas “temel atmak” resminde hazır
bulunmak üzere Altıncı Daire-i Belediye müdürü ile daire mühendisi İsmail
Efendi’yi ve Hisar zabıta memurunu çağırırlar. İşte çağırırlar; artık anla biz
de ayrıca bulunduk. Baktık ki temeller hafr edilmiş. Yüzler ile amele ve
duvarcı ustaları hep hazırlanmışlar.
Usûl-i İseviyye üzere
dua edilecek nutuklar irad olunacak ondan sonra temel taşı konulacak denildi. Bir
saat mürurundan sonra başpapazları geldi. Mektebin müessisleri ve Amerika
tebaasının İstanbul’da bulunan ileri gelenleri ve Amerika elçisi ve
konsolosları ve muteberan-ı ecanibden pek çok kimseler toplandılar. Başpapaz İngilizce
dua okudu, ne okudu bilemem, duadır dediler.
Badehu beş on kadar kimseler sıra
ile birbirini müteakip elsine-i ecnebiye ile nutuk irad ettiler. Ne söylediler,
onu da bilemem. Bildiğim bir şey var ise onların içinden bir Cizvit papazı
Türkçe kısa bir nutuk okudu. O kadar lastikli sözler ki hangi tarafa çekilse o
tarafa gider. Zihi şeytanet. Ve acizde böyle şeyleri tamamen zabt etmek fikri o
vakitler henüz yok idi. O zamandan bu vakte kadar pek çok seneler geçmiş
olduğundan hatırımda o nutuktan yalnız son iki cümlesi kalmış ve bana kan
ağlatmış idi. O da şu “Türkler buraları kan döküp aldılar. Biz de paramız ile
aldık” cümle-i ciğer-sûzi idi. Andan sonra Frenklere hasbe’l-hamiyye gönlüme
bir husumet-i şedide geldi.
Sözü uzatmayalım demirden mamul içi dışı zift ile tıla
edilmiş bir çekmece getirdiler. İçini İngiliz altınıyla doldurdular. Kâğıt
değil kâğıt gibi bir şeyi ihtimal tirşeden mamul olsa gerek üstünde Frenkçe
evvelce yazılmış bir hayli yazı var, o yazılı kâğıt gibi şeyi de altınların
üzerine koydular. Çekmeceyi kilitlediler. Meşe ağacından yapılmış ve içi dışı
kezalik zift ile boyanmış diğer bir mahfazanın içine o çekmeceyi koydular. Onu da
kilitlediler maa mahfaza çekmeceyi temele indirdiler. Ve temel duvarını mevcut
ustalar hemen örmeğe başladılar. Hulasa zaman-ı kalîlde mektebi yaptılar. Bir taraftan
da tevsi‘ ettiler.
Söylediklerimi masal, mesel diye dinleme. Bir kere lütfen
git de gör. Bugün orası bir memleket gibidir. Makalenin tahririnden üç sene
evvel Amerika ağniyasından İstanbul’a gelen birisi vuku‘ bulan davet üzerine
mektebi ziyaret eder. İntizamını ve binanın taksimatını ve sairesini takdir
eyler. Yalnız mühendis şubesi olmadığından mektepte bu şube-i fennin de tedrisi
ile ikmal-i nevakıs edilmesi arzusunu izhar eder. Bunun içün ayrıca bir daire
inşasını ve masarif-i inşaiyyeye [medâr ?] olmak üzere takdim edeceği yüz bin
İngiliz lirasının kabulünü rica eyler. İngiliz bankasından alınmak içün yüz bin
liralık bir çeki bi’l-imza mektep idaresi heyetine verir. Akla hayret hâlbuki
açlığından teslim-i ruh edecek bir Müslümana bu zengin Amerikalı tesadüf etse
beş para vermez ve nasıl vefat edecek diye o aç Müslümanın suret-i vefatını katiyen
müteessir olmayarak seyreyler. İane suretiyle aldıkları mezkûr yüz bin lira ile
büyük bir daire yaptılar. Mühendisliğe lazım gelen her bir alât ve edevâtı
ihzar ettiler. Şimdi o daire-i cedidede talebeye mühendislik öğretiyorlar.
Mektebin programına nazaran hangi şubeye girer ise girsin
leyli olarak beher şakird içün senevî ücret kırk beş Osmanlı lirasıdır. Neharî
on iki liradır. Yılda bir buçuk lira da ayrıca alıyorlar. Yatağı çamaşırı
elbisesi harçlığı kitap parası şakirde aittir. Yemeği mektep verir, neharî
talebe ekmeği kendileri getirir. Her sabah umum talebeyi hangi milletten olur
ise olsun behemehâl mektebin kilisesine götürürler, perestiş ettirirler. Bunu yapmak
mektebin nizam-ı dâhilîsi iktizasındandır.
Talebeye ibtida Protestanlık fikrini ilka etmeğe uğraşırlar.
Maksat Protestanlık değildir. Kendilerinin Hıristiyanlık kisvesi altında
tesisine çabaladıkları bir din vardır ki o da zann-ı ağlebime göre
Farmasonluktur.
Bunların fikrince dünyada bir din olmalı ve umum insanlar bu
din ile amel etmelidir. Halbuki bunun muhal olduğunu Vacib Teala Hazretleri
Kuran-ı bahirü’l-burhanlarında estaizü billah “Ey insanlar Allahu Teala istemiş
olaydı sizi bir ümmet kılardı.” “Ey Muhammed Rabb’in istemiş ola idi bütün
insanları bir ümmet kılardı” diye beyan
buyurdukları ayât-ı celile şahid-i adldir.
İstanbul’da Mercan Yokuşu’nda Rıza Paşa Konağı’nın arsası
karşısında Maktul İbrahim Paşa’nın arsasını bu kavm-i menhus aldı. Oraya bir
han yaptılar, adını Baybil Havus [Bible House] koydular. Memalik-i Osmaniye’de
olan mekteplerin idare ve tesisine uğraştıkları yeni dinin neşr u tamimine
vasıta olan memurlarının merkezidir.»
[Bu eserin mikrofilm görüntüleri elimizde olmakla birlikte
asıl elyazması nüsha kayıp olduğundan mikrofilmde okunamayan yerleri tashih
etme imkânımız olmamıştır]